ANADOLU, ONULMAZ SEVDAM (2/2)
- 19.10.2020
- ANADOLU, ONULMAZ SEVDAM (2/2) için yorumlar kapalı
- 1.001 kez okundu
Antakya – Atayurt Gazetesi
……
Zaman zaman umutsuz, kırılgan duygularımın – yine umut kaynağı… Barışı ve kardeşçe yaşamı egemen kılmak için verdiğim savaşımın; hem acılarımın, hem sevinçlerimin… Evrensel kardeşliğe olan inancımın ve imanımın kutsal toprağı… Ölüm gibi kaçışı, kurtuluşu olmayan bir sevdadır, bu Anadolu sevdası Bende.
Anadolu acılarını, ağıtlarına katık eden yanık yürekli anamız, helal aşımız… Başımızı kaygısızca koyduğumuz mezar taşımız… Öbek öbek bereketli harmanımız, alın teri emeğimiz, ekmeğimiz… Kana kana suyunu içtiğimiz Dicle’miz, Fırat’ımız, Kızılırmak’ımız, Sakarya’mız, Aras’ımız, Seyhan’ımız, Ceyhan’ımız, Asi’miz… Düşlerimizin Selvi boylu, kısrak belli, kaytan kara belikli… Soylu, buğulu, iri gözlü aşklarımızın – kanlı, kara sevdalarımızın anası Anadolu.
Garlarına varan ve ayrılan her trenin, her otobüsün; kavun, karpuz, otlu peynir, küflü çökelek, ter ve memleket kokan coğrafyanın adıdır Anadolu’da. Her Kara tren, taşıdığı insanların ahlarıyla dolar; duyanların iliklerine işleyen gurbet ve hasret taşır. Sevgililerin el emeği, göz nuru Anadolu Kilimi gibi işlediği; ‘Kara Trende’ gidenin ardından, “Ya Beni de Götür – Ya Sen de gitme.” diyenlerin salladığı ıslak mendiller, baş yazmalar: İçini, iliklerini kavurur, kibrit eder hem gidenin, hem kalanın.
Yer kürenin merkezine bağdaş kurup oturmuş, insanlık tarihinin – bütün uyarlıkların ana yurdu Mezopotamya’nın ikiz kardeşi Anadolu: Namuslu Çeteler, Efeler, Uşaklar, Dadaşlar; zenginden alıp, yoksula veren… İşgale ve zulme karşı duran, geçit vermeyen; mazlumun yanında – zalimin karşısında yer alan, özgürlük ve bağımsızlık delisi, namuslu, yiğit ve yürekli eşkıyalar diyarı.
Savaşın, vahşetin ve ihanetin kol gezdiği – düşmanın inadına Biz Anadolu; barışı ve umudu egemen kılacağımız bu topraklarda doğduk ve yine bu topraklar bağrına basacak Bizi. Birileri gibi bu topraklardan kaçmak, göçmek yoktur.
Kınından çekilmiş kılıç gibi ağmış – yalap yalap parlayan hançerler gibi gökyüzünün bağrına saplanmış… Sarp, yalçın, ulu, geçit vermez karlı dağların, koyakların anası Anadolu… Aldığımız her nefesin, okunan bu ezanların, huşu içinde yerine getirilen bütün ibadetlerin mozaiği… Bin yıldır bu topraklarda son nefesini vermiş ve yan yana, koyun koyuna kefensiz yatan Kürt, Türk, Arap, Abaza, Laz… Hristiyan, Müslüman, Yahudi, Ermeni… Alevi, Sünni kardeşliğinin mezarlığıdır Anadolu.
Anadolu Dicle, Fırat, Kızılırmak, Sakarya, Ceyhan, Asi boyları çok farklı kültürlerin – insanlık ve uygarlık tarihinin yaşandığı, ana gibi cömert, yâr kucağı gibi dört mevsim ılık, sıcak, yumuşak, uçsuz bucaksız; bire beş yüz, bin veren, dost, bereketli topraklar.
Ahmet Yesevi’nin, Yunus gibi ete kemiğe bürünmüş Tasavvuf Erenleri Şeyh Bedrettin, Tabtuk Emre, Mevlana, Hacıbektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Nesimi, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Âşık Veysel, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Talip Özaydın, Abbas Sayar, Bekir Yıldız… Denizlerin – Mahirlerin, Uğur Mumcuların yattığı… Halkın belleğine kazınmış Ferhat ile şirin, Tahir ile Zühre, Leyla ile Mecnun ve İnce Memed gibi mitolojik, destansı öykülerin yaşandığı… Ve Nazım Hikmet’in, insanı serinden eden; koyu, iri yapraklı; rüzgârı serin, ulu ulu çınarlarının gölgesinde yatmak için özlemini çektiği bitek toprak Anadolu…
Renk cümbüşü yeşilin her tonunun, meyvelerin ve bitkilerin bin bir türünün toplandığı… Doğa ananın en zengin, en cömert davrandığı; fakat hep acının, hep ağıtın coğrafyası Anadolu…
Anadolu uğruna cepheye, gurbete gidip de dönmeyenlerin… Adlarına ağıtçılar tutulup hoyratlar söylenen, Şivan edilenlerin… Kara sevdalara tutulanların hüzün yüklü türkülerinin, ayrılık ve gurbet öykülerinin… Kavuşmasız, bitimsiz ve ölümsüz sevdaların yaşandığı diyar… Buralar, tarihi boyunca emperyalist işgallerin getirdiği ölüm, kan ve gözyaşının, ayrılıkların, açlığın ve kıtlığın bir nefes kadar yakın; umudun, barışın ve İnsan Haklarının yıldızlar kadar uzak olduğu topraklar…
Üzerinde yaşayan halkların kadim tarihi boyunca; içlerine, en içlerine, iliklerine ve yüreklerine sığmayan acılarının; bir nisan yağmuru gibi sağanak sağanak akan gözyaşlarına sığınanların diyarı…
Zalimin ve Onun zulmünün safında yer tutan ne kadar yerli, yabancı; ahlaksız, vicdansız, dinli görünen dinsiz, insanlık düşmanı yurtsuz varsa; Buralar – Irak’ta Suriye’de yakılan ve Türkiye’de yakılacak olan ateşe; Nemrut’un Piçleri gibi odun taşıyanlarla dolu.
Dışları cilalı, içleri belalı, alkol ve küf kokan… Köhnemiş fildişi kulelerinden hâlâ kahramanlık satan… İnsanlık ve din düşmanı tarikat ve Cemaatleri; “İnanç Özgürlüğü Kuruluşlar” olarak sayacak kadar aptal, zübük olan ve emperyalizmin kucağına düşmüş, hiç üretip, hayal – demokrasi, insan hakları pazarlayan yetmez ama evetçi düşkün, dönek solcuların… Ve kalemlerini – namusunu satmış “Beyin Fahişesi” Liberallerin yazdığı ve bir türlü bitiremedikleri sahte öykülerin; dinozorlaşmış sözde entellerin entrikalarına, talan ve işgallerine boyun eğmeyen – teslim olmayanların toprağıdır Anadolu.
Dünyanın – emperyalizmin göz koyduğu, Asya Kıtasının yarımadası… Bütün mevsimlerin, bir mevsimde yaşandığı Acem Halısı gibi renkli… Fakat namert ve puşt kaynayan her köşe başı, çalı arkası… Mayası ter, emek ve kan kokan servetlerini seven; sinsi bir akrep gibi yerli ve milli işbirlikçi uşaklarıyla dolu, Benim, onulmaz sevdam Anadolu.
Dünyanın en stratejik, en jeopolitiğine sahip; Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğu ve sanki dünyanın bütün iblis ve Firavunlarının toplandığı coğrafyaya – ana gibi yar bu toprakların adı: Küçük Asya Anadolu…
Haini, Haramisi, Düşünsel Fahişeleri Hariç; buralarda Herkes, her şey, Kendi kendisidir. Her annenin acısı, ağıtı, gözyaşının rengi; söylenen türkü gibi, yakılan hoyrat, edilen Şivan ve ölüm gibi doğal, katkısız… Buralarda Zakkumlar, Karanfiller, Kardelenler, Deve Dikenleri, Gelin Çiçekleri, Hıtmiyeler kendi doğal renginde açar.
Bu belalı toprakların insanlarının kavruk yüzleri gibi, yürekleri – içleri de yanık, kavruk ve doğaldır. Her şey utangaç gülüşlerinde, yazgı diye sunulmuş yaşamlarında, dizlerini dövüşlerinde, yüzlerini parçalayıp, saçlarını yoluşlarında, ağlayışlarında, kahırlarında, ah ve kasvet dolu hıçkırıklarında, sevdalarında, gözyaşlarında; sevdiklerinin kanlı salacalarında saklı ve ortak…
Anadolu hiçbir zaman, hiçbir zalimin ektiği zulmü; biçmeden öldüğüne tanık olmamıştır.
11. yüzyıldan seslenen Yusuf Has HACİB’in dediği gibi; öyle bir coğrafya ki “Helalin Adı Kaldı, Gören Yok; Haram Kapışıldı, Hala Doyan Yok.”
Ve Tevfik Fikret’in “Han-ı Yağma” – talan sofrası…
İşte Benim Onulmaz Sevdam Anadolu…
Halil Yılmaz HITMİYE
Eğitimci-Şair-Yazar
- A’sından Z’sine ÇÖKÜŞ - 21 Ağustos 2024
- CHP’YE 2. KEZ YÜKLENEN TARİHSEL SORUMLULUK - 15 Nisan 2024
- CÜLUSLARA– KAYIK SEFALARINA- HELVA GECELERİNE KARŞI; HALKIN DEMOKRATİK DEVRİMİ - 8 Nisan 2024
- HALKTAN BİRİ, DR. HÜSEYİN AKSOY - 3 Mart 2024
- SÜMER UYGARLIĞININ ACI SONU- YIKILIŞI - 27 Kasım 2023
- ORTADOĞU’DA SON TANGO - 22 Ekim 2023
- TÜRKİYE’YE ÖZGÜ BİR REJİM: BONAPARTİZM - 18 Temmuz 2023
- HATAY ÜZERİNE KİRLİ OYUNLAR - 6 Temmuz 2023
- ÖLÜMSÜZ MESLEK: YALAKALIK - 31 Ocak 2023
- ÜRETİM, PAYLAŞIM ve DÜNYA DÜZENİ - 27 Ocak 2023