SURİYE BATAKLIĞINDA İDLİB DÜĞÜMÜ
- 14.02.2020
- SURİYE BATAKLIĞINDA İDLİB DÜĞÜMÜ için yorumlar kapalı
- 873 kez okundu
İdlib, El Kaide türevlerinden Müslüman Kardeşler’e, Ahrar- üş Şam’dan IŞİD’e çeşitli adlar altındaki rejim muhalifi yerli ve yabancı radikal İslamcıların Suriye’deki son kalesi durumundadır. Terörist gruplar, Beşar Esad rejimini devirmek üzere, Batı’nın ve Batı ile birlikte hareket eden Türkiye dâhil bazı bölge ülkelerinin “eğit-donat” desteğinde, Suriye’nin çeşitli yerlerinde 2011 yılı ve sonrasında silahlı ayaklanma başlatmışlardır.
2015’te Rusya Federasyonu’nun rejim yanında devreye girmesiyle, Suriye ordusu ülkede adım adım hâkimiyetini kurmuş ve silahlı muhalefetin kalıntılarını İdlib’e sürmüştür. Bu sonucun alınmasında Obama döneminde ABD’nin anılan terör örgütlerinden desteğini çekmesi ve IŞİD’e karşı mücadele başlatması da rol oynamıştır. Ancak aralarında Türkiye ve Katar’ın bulunduğu bazı ülkeler onlara şu ya da bu biçimde destek vermeyi sürdürmüştür. Suriye, yaklaşık 4 yıldan beri sayılarının hala on binlerce olduğu bildirilen bu silahlı gruplardan İdlib’i temizlemeye çalışmaktadır.
Aralık 2016’da Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in aracılığıyla, Rusya, Türkiye ve İran arasında, çatışmaya taraf olan rejim ve muhalefet temsilcileri yanında ABD’nin de bazı toplantılarına temsilci gönderdiği bir süreç başlatılmıştır. Sürecin ilk toplantısı en geniş katılımla 23-24 Ocak 2017’de Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılmıştır. Sürecin garantörü olan Rusya, Türkiye ve İran arasında 3-4 Mayıs 2017’de yine Astana’da 6 maddelik bir anlaşma imzalanmıştır.
Astana Süreci kapsamında bugüne kadar çok sayıda toplantı olmuş ve ortak çalışma grubu oluşturulmuştur. Sözlü ve yazılı mutabakatlar gerçekleştirilmiştir. Bunlardan en önemlisi, Astana Anlaşması’ndan yaklaşık 1,5 yıl sonra 17 Eylül 2018’de Erdoğan ile Putin arasında Soçi’de varılan mutabakattır. Buna göre Türkiye “İdlib’den geçen ve terör gruplarının elinde bulunan M4 ve M5 karayollarının güvenliğini sağlama ve kullanıma açma” sözü vermiştir.
Astana Anlaşması’nın öngördüğü şey; Suriye’de şiddetin en kısa zamanda durdurulması, insani durumun daha iyi hale getirilmesi ve krize yönelik siyasi bir çözümün bulunması için uygun koşulların yaratılmasıdır. Bu amaçla Suriye’nin çeşitli bölgelerinde sürmekte olan çatışmaları öncelikle ateşkes ile durdurmak, güvenli bölgeler ve güvenlik şeritleri oluşturmak, sivillerin çatışmadan zarar görmesini engellemek, sivil halka insani yardım akışını güvenceye almak ve giderek de Suriye’nin toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını ve siyasi egemenliğini esas alan bir uzlaşmanın zeminini yaratmaktır.
Bu haliyle Astana Süreci, BM tarafından yürütülen Cenevre görüşmelerinin bir parçası şeklinde algılanmaktadır. Türkiye, amacı anlaşma ile belirlenmiş bu süreçte, sivillerin zarar görmemesi ve sorunun yeni bir mülteci akınına yol açmaksızın çözümlenmesi için çevrede gözlem noktaları kurarak görev üstlenmiştir. Şimdiye kadar İdlib çevresinde oluşturulan güvenli bölgede TSK, 12 gözlem noktasında konuşlanmış bulunmaktadır.
Ancak aradan geçen zaman içinde, ne ‘ateşkes’ rejimi düzenli biçimde işlemiş, ne şiddet sona ermiş, ne de taraflar arasında herhangi bir uzlaşı umudu doğmuştur. Tam tersine, Türkiye’nin Zeytindalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekâtlarında işbirliği yaptığı ÖSO yanlıları da dâhil, neredeyse tüm cihatçı muhalefet grupları, El Nusra ve IŞİD uzantısı Heyet Tahrir el Şam (HTŞ)’nin kontrolüne girmişlerdir. Bu örgütü ABD, Rusya ve BM gibi Türkiye de terör örgütü olarak belirlemiştir.
Üç yıldan beri sürdürülen ‘Astana Süreci’ kapsamındaki çabalar silahların ve şiddetin sustuğu kalıcı bir sükûnet getirmediği gibi, garantörler arasında da çelişki ve çatışma yaratmaktan azade kalmamıştır. Çünkü HTŞ güdümüne giren rejim muhalifleri, İdlib’i üs olarak kullanmak suretiyle çevreyi tehdit eden ve BM gözetimindeki Cenevre görüşmelerini sekteye uğratan bir çıbanbaşı olmayı ısrarla sürdürmüşlerdir. Giderek Libya’daki iç savaşı besleyen bir terör havuzu haline gelmişlerdir.
Suriye ordusu anılan silahlı grupların işgalindeki İdlib’i terörden temizlemek için başlattığı mücadeleyi, Rusya’nın da desteğiyle Astana’dan sonra da sürdürmüştür. Zaten Astana süreci bağlamında imzalanan anlaşmanın 5. maddesi, “IŞİD, El Nusra ve El Kaide veya IŞİD ile ve BMGK tarafından terör örgütü olarak kabul edilen tüm örgütlerle bağlantılı her türlü kişi, grup, oluşum, kuruluşlarla mücadeleyi sürdürmeye yönelik tüm tedbirlerin alınacağını” öngörmüştür. Bunu, anlaşmayı imzalamış devletler olarak Türkiye, Rusya ve İran garanti etmiştir.
Son aylarda İdlib’i işgal etmiş olan terörist gruplara karşı mücadeleye hız veren Suriye ordusu, sivil halkın savaşı sürdüren gruplardan ayrışması ve güneydeki güvenli bölgelere gitmesi için sürekli uyarılar eşliğinde, teröristlerce tutulan mevzileri bombalamaya başlamıştır. Türkiye, Suriye’nin terör örgütlerine karşı yürüttüğü operasyonlara baştan itibaren karşı çıkmıştır. Sivilleri hedef aldığı ve ayrıca Türkiye sınırına doğru bir sığınmacı akınına yol açtığı gerekçesiyle, Suriye yönetimini sert biçimde eleştirmeyi sürdüre gelmiştir. Son dönemde de Rusya’yı bombardımanlara engel olmaya çağırmıştır.
Buna karşı Suriye, Türkiye’yi “işgalci olmak ve terör çeteleriyle işbirliği yapmakla” suçlamış ve kendi toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstermesini istemiştir. Rusya ise Türkiye’nin eleştiri ve çağrılarına, asıl Türkiye’nin Astana Anlaşmasındaki hükümlere uyması ve Soçi mutabakatı ile üstlendiği görevleri artık geciktirmemesi karşılığını vermiştir.
Bu karşılıklı suçlama, iddia ve talepler, Erdoğan’ın geçenlerde “Astana sürecinin bittiğini” ilan etmesiyle yeni bir aşamaya evrilmiştir. TSK Suriye sınırına yığınak yapmaya ve yedeğindeki ÖSO güçleri de İdlib’i kuşatan Suriye ordusuna ve Rus birliklerine kuzeyden saldırmaya başlamıştır. Bu saldırılar sırasında 4 Rus askeri öldürülmüştür. TSK 12 gözlem noktasına ek olarak bazı kontrol noktaları kurma hazırlığına başlamıştır. Bu bağlamda Türkiye’den giden yeni bir askeri konvoy İdlib şehir merkezine girerken 2 Şubat gecesi bombalanmıştır. Maalesef Astana barış girişimi ya da İdlib çıbanı, sekiz askerimizin şehit olması ve beşinin de yaralanmasıyla başlayan, Rusya ve Suriye ile Türkiye arasında çok ciddi bir gerginliğe dönüşmüştür. Rusya bu olayın önceden bilgi verilmeyen ve gece yapılan bir askeri sevkiyat nedeniyle gerçekleştiğini iddia etmiş, “Haber vermediler, hedef oldular” diyerek Türkiye’yi kusurlu bulurken Suriye’yi savunmuştur. Ne acıdır ki bu hafta da 5 şehidimiz var!
Her gün biraz daha içine sürüklendiğimiz Suriye bataklığında işlerin sonu nereye varır kestirmek zor. Ama hâlihazırda İdlib’i cihatçı terör örgütlerinin elinde bırakacak şekilde ve sadece kendimize zarar üreten, şehitler veren, neyi gözettiği belirsiz savruk bir politikanın sürüklediği bir tuzağın içindeyiz. Şimdiye kadar dökülen kanlar ve verilen şehitler, sergilenen dış politikanın ağır bedelini ve ülkeye hayır getirmediğini acı biçimde ortaya koysa da, bu politikanın hangi amaçla ve hangi akla hizmet için sürdürüldüğünü açıklayamıyor. Bir yandan Rusya kendi bölgesel ve küresel planlarına uyacak şekilde Türkiye’yi “idare etmeye” çalışırken, bir yandan da ABD öteki kolumuzdan çekiştirip ittiriyor. Adeta Amerikan-Rus çarmıhına gerilmiş gibiyiz. Yaptıklarımızın bölgede barış ve huzura mı, yoksa ABD planı uyarınca bölünecek bir Suriye’de İdlib’in cihatçı terör örgütleri elinde kalması için körüklenen cehennem ateşine mi hizmet ettiğini, korkarım ki yaşayarak göreceğiz.
Uluslararası çıkar çatışmaları İdlib’de düğümlenmiş vaziyettedir. İdlib’deki durum son derece endişe vericidir. Bu düğümü çözmek çok zor! ABD, Rusya – Türkiye arasındaki ilişkileri bozmaya çalışıyor, Türkiye’yi savaşa kışkırtıyor! Türkiye ise, Suriye yönetiminin İdlib’deki saldırılarını durdurması için NATO, Avrupa ve dünyanın ciddi ve somut yardım ve desteğini beklemektedir. Bu da gösteriyor ki, İdlib daha çok askeri çatışmalara gebedir. Oysaki Türk ulusunun yaşamı tehlike ile karşı karşıya kalmadıkça, savaş bir cinayettir. Barış ise, sorunları çözmek ve uzlaşmak demektir. Barış tacı, saltanat tacıyla kıyaslanamayacak kadar güzel ve değerlidir! Türkiye oyuna gelmemelidir…
- Mezhepsel Önyargılar - 1 Şubat 2023
- Hasta Hakları ve Sağlıkta Dönüşüm - 25 Ocak 2023
- Liyakatli Gümrükçüler - 18 Ocak 2023
- Cumhuriyet Nerede? - 11 Ocak 2023
- Türkiye’de Emekli Yoksulluğu - 4 Ocak 2023
- CHP’de Parti içi Demokrasi - 28 Aralık 2022
- VERGİDE BAĞIŞ SİSTEMİ - 21 Aralık 2022
- AB Türkiye Raporu - 14 Aralık 2022
- Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutulmak - 7 Aralık 2022
- Suriyeliler Davullarla, Zurnalarla Ülkelerine Geri Dönecekler - 30 Kasım 2022