BİR DOKTORUN ARDINDAN…
Musa ARTAR
Yirmi yıl önceydi…
Küçük kızım Ada henüz birkaç aylıktı. Sık sık hastalanıyor, tam iyileşti, derken yeniden düşüyordu. İyice belli olmuştu, Devlet hastanesini aşan bir durumdu.
Dönem, özel muayenehaneler dönemiydi. Pahalı mahalıydı ama önemli değildi. İnsanın çocuğu hasta olunca gözü neyi görürdü ki…
“Çok iyi bir hekim, çok da iyi bir insan…” diye, öve öve bitiremediler. Gittik.
Bekleme salonu tıklım tıklımdı. Konuşmayı seven hasta yakınları, bir yolunu bulup adamın Doktorluğunu heyecanla anlatıyor, insanlığını yere göğe sığdıramıyorlardı.
Sıramız geldiğinde girdik. Kırk yaşlarında, temiz yüzlü bir insandı. Hâl hatır sordu, bebeğimizle ilgili şikâyetlerimizi dinledi.
Özel de olsa, Doktorların, hasta ve hasta yakınlarıyla arasına mesafe koyduğu, asık suratlı bir kültürümüz vardı. Ama bu Doktor hiç de öyle davranmıyordu. Hasta yakını psikolojisini biliyor, onları rahatlatacak biçimde davranıyordu. Sorular soruyor, dinler gibi yaparak değil- gerçekten dinliyor, yakınlık kuruyordu. Öyle ki Doktor-Hasta ilişkisinde pek görülmeyecek biçimde kendinden de söz ediyordu; yaşam telaşından, zamansızlıktan… Örneğin çalmayı çok istediği halde, gitar çalacak zaman bulamadığından bile…
“Her şey çocuklarımız için… diyordu. Bunu söylerken, sadece kendi çocuklarından söz etmediğini, onu tanıdıkça öğrenecektim.
Sevecen devinimlerle Ada’yı uzun uzun muayene etti. Aynı sevecen ses tonuyla muayene izlenimlerini, anlayabileceğimiz biçimde bize anlattı. Muhakkak yapılması gereken tetkiklerden önce kesin bir tanı koymanın doğru olmayacağını belirtti ve “şüphe” kılıfına gizleyerek tanısını bizimle paylaştı. Reçeteye bir tek ilaç yazdı. Muayene ardından eve poşet poşet ilaçla dönmeye alışmış hastalar olarak çok şaşırmıştık.
“Geçmiş olsun” deyip bizi uğurlarken, “Muayene ücreti?” diye soran bakışlarımıza gülümseyerek karşılık verdi. “Ödemeyi, giriş odasındaki sekretere yapacaksınız. (… ) TL ödemeniz yeterli.” dedi. Eşimle bir kez daha şaşkın şaşkın bakıştık. Söylediği miktar, ortalama muayene ücretinin ancak üçte biri, hatta çeyreği kadardı. Şaşkın bakışlarımızı ona yönelttiğimizde, elini omzuma koyarak: “Yeterli, yeterli! Siz daha tetkikler için Adana’ya gideceksiniz” dedi. Paraya ihtiyacınız olacak, demeye getiriyordu.
Adana’da üç dört gün kaldık. Yapılan onlarca tetkik sonucunda konulan tanı, sevgili Doktorumuzun koyduğu tanıydı.
Bir süre sonra Ada’nın hastalanma sıklığı azaldı ve normale döndü. Ama ne zaman hastalansa gönül rahatlığıyla aynı Doktora götürdük. Ne zaman gitsek, muayenehanesi yine tıklım tıklımdı. Bu gidişlerimizde, durumuna bakarak kimi hastalardan hiç para almadığına da tanık olduk. İnsanlar, minnet duygularıyla, dualarla ayrılıyordu muayenehaneden. Emeğinin karşılığını almanın ötesine geçip hastasını salt müşteri olarak gören anlayışa inat, o, altta kalmak istemeyen hasta yakınlarının getirdiği ‘çam sakızı çoban armağanı’ türünden hediyeleri de çalışanlarına dağıtıyordu. (Buna kezlerce tanık oldum.)
Ben de altta kalmamak için bir CD armağan etmiştim: “RODRIGO / Concierto de Aranjuez-Rodrigo’nun Gitar Konçertosu” Verirken de gülümseyerek “Çalışanlar için değil, sizin için!” deme gereği duymuştum. (Bu harika CD’nin, gitara zaman ayırma konusunda onu güdüleyip güdülemediğini hiç öğrenemedim.)
Ada büyüdükçe görüşme sıklığımız azaldı. Son on yıl içerisinde iki kez denk gelebildik. Zaman nasıl da acımasızdı… Simsiyah saçları artık bembeyazdı.
31 Aralık 2020 Perşembe günü sosyal medyada bir paylaşıma rastladım: “Antakyalı Çocuk Hastalıkları Uzmanı Doktor Adnan Ezelsoy, yakalandığı korona virüsten kurtulamadı ve hayatını kaybetti. Hekimliği, yardımseverliği, ücretsiz sağlık hizmetleri, insani kişiliği ile on binlerin gönlünde taht kuran Dr. Adnan Ezelsoy, bir süredir yoğun bakım servisinde tedavi görmekteydi.”
Tedavi görmekte olduğunu bilmeme karşın, soğukkanlılığıma karşın, sarsıldım ve bir süre öylece kalakaldım. Hissettiğim şey, bir ölüm haberinin bıraktığı etkinin çok ötesindeydi. Çünkü o, sadece benim için değil, onu tanıyan herkes için bir Doktordan çok ötesiydi.
Çünkü o, büyük ölçüde yitirdiğimiz değerlerin son temsilcilerinden biriydi. Hâlden anlamanın, hâl-hatır bilmenin, mahalle kültürünün, alçakgönüllülüğün, içinden geldiği kültüre yabancılaşmamanın, bilimi halkla buluşturmanın temsilcilerinden biriydi…
Onunla birlikte, nicedir can çekişmekte olan değerler de çekip gidecekmiş gibi geliyor insana… Artık hayatının sonbaharını yaşamakta olan bir kuşağı var eden değerler…
“Muhsin Bey” filminden tanıyordum bu hüznü…