Başkan Av. Ekrem Dönmez: Baromuzun 77. kuruluş yıldönümünü kutluyoruz
Hatay Barosu Başkanı Av. Ekrem Dönmez, Hatay Barosu’nun 77. Onur yılını kutladıklarını belirtti.
Hatay Barosu’nun 77. Kuruluşu dolayısıyla Atatürk anıtına çelenk sunan Baro Başkanı Av. Ekrem Dönmez, burada yaptığı açıklamada şu görüşlere yer verdi:
“Barolar; Avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlâkını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, Avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.
SAYGIDEĞER KAMUOYU;
2019 ve 2020 arasını kapsayan bir yıllık dönem arasında bu kadar büyük bir yükü taşıyacağımızın hesabını hiç birimiz yapmamıştık. Dünya Sağlık Örgütü 12 Mart 2020 tarihinde Covid-19 sebebiyle pandemi ilan etti. Bu salgın hastalığın yarattığı etkileri toplumun bütün ilişkilerinde ve katmanlarında hissettik.
Covid-19 pandemisi sadece sağlık alanındaki gerçekleri değil, insanlar arasındaki hukuksuz uygulamaları ve hukuksal/ekonomik/sosyal eşitsizliği daha derin bir çizgiyle ortaya çıkardı. Adliyelerin kapandığı bir döneme tanıklık ettik. Aynı dönemde avukatların zaten hizmet ettiği işlerin bedelini erken almaları bir lütuf olarak serildi önümüze ve ne yazık ki aynı etkilere maruz kalan toplumun tüm kesimleri, başta emekçiler ve yoksulların bu salgından dolayı nasıl etkilendiğine tanıklık ettik. Pandemi sebebiyle testler üzerinden, yapılacak aşı üzerinden bile bu derin eşitsizlik kendini belli etti.
Her yıl binlercesi aramıza katılan genç meslektaşların geçinememe sorunu gibi bir gerçekle karşı karşıya kaldıklarını gördük. SGK primlerinin ve vergi beyannamelerinin belirli bir dönem ertelenmesi dışında, avukatlık mesleğine hiçbir ekonomik ve sosyal katkı yapılmadığı ve adliyelerin kapandığı bir dönemde sadece bir yıl içinde bir daha onarılamayacak şekilde avukatların ekonomik ve sosyal yok oluşunu gördük.
Pandemi zamanı eve kapanmamız istendiğinde, geçinmek zorunda kalan milyonlarca insanın çalışamadığında/eve kapadığında açlıktan öleceğini bildiği için salgına karşın çalışmak zorunda kaldığını, salgından ölmezse açlıktan ölme ikileminde kaldığını, ekonomik yoksunluk sebebiyle kaç yurttaşımızın kendisini yaktığını, sokakta yaşayan insanların arttığını, evsiz/barksız kaldığını, işsiz kalan/iflas eden insanların milyonlarca olduğunu ve salgının gelir dağılımındaki ve gelirin paylaşımındaki derin adaletsizliğin sadece emekçi ve yoksulları vurduğunu gördük.
Kaç insan bu yıl ekonomik hukuksuzluktan dolayı yaşamına son verdi. Bunlardan kaçı avukat idi?
Giderek yoksulluğun ve ekonomik sıkıntıların tüm yükünü çeken yurttaşlarımızın öncelikli sorunu, yoksulluğun ortadan kaldırılmasıdır, varlık ve değerlerden eşit şekilde yararlanmaktır, yurttaşlarımızın devlet önündeki fırsat ve girişimler ile hak ve yükümlülükler karşısında eşit uygulamaya tabi tutulduklarını düşünmeleri ve hissetmeleridir. Bunu sağlamanın yolu da hukuk kurallarını eksiksiz herkes için aynı standartlarda işletmek ve bu standardı sağlayacak kurum ve yapıları da güçlendirmek ve bağımsız kılmaktan geçer.
SAYGIDEĞER KAMUOYU;
Aynı dönem içerisinde ülkemizde pandemiden daha ağır etki ve kalıcı sonuçları olan bir salgın daha belirdi: Hukuksuzluk Salgını.
Hukuk yoksa ve temeli hukuka dayanmıyorsa devlet yoktur.
Her yıl hukuk reformu isteklerinin daha da yükseldiği bir ülkede reform yerine hukuksuzlukların daha da derinleşmesi tarihin en garip ironilerinden biridir. Hukuksuzluk örgütlü hale gelmiştir.
Kuvvetler ayrılığının yok edildiği; tarafsız ve bağımsız yargı yerine, yargının yürütme emrinde bir araç halini aldığı algısı herkesi rahatsız etmektedir. Yürütmenin yargıya açıkça talimat verdiği, Yargının bundan bir rahatsızlık duymak bir köşede dursun, verilen talimata uygun hareket ettiği bir zamandan geçtik. Böyle bir hukuksuzluk salgını, pandeminin yarattığı etkiden daha ağır ve daha kalıcıdır.
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bizi bir arada tutan kuralları aşındırmaya ve tartışmaya açmaya kimsenin haddi değildir.
Son ayda yaşanan birkaç güncel gelişme bile yargımızın içindeki umutsuz halini anlatmaya yetmekte ve artık buna hepimizin elbirliği ile dur demesine ihtiyaç göstermektedir.
Yargı içindeki güç savaşlarını ve her gücün bir alanı tahkim etme çabalarını, tarikatların, belirli güç odaklarının ve grupların gizlenemeyen etkinliğini, olağan bir devlet faaliyeti olarak kabul etmemiz isteniyor.
Bu güç odakları ekseninde; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Selahattin Demirtaş için verdiği ihlal kararı üzerinden sürdürülen tartışmaların, Anayasa Mahkemesinin Osman Kavala için verdiği ihlal kararları üzerinden sürecin hukuksal olmaktan uzaklaşmasını ve restleşmeye dönüşmesini izliyoruz.
Bu güç odakları ekseninde; Mahkemelerin gezici niteliğe büründürülerek, dava seçilerek Mahkemelere hakimlerin atandığını ve dava seçilerek hakimlerin el çektirildiğini, yetkilerinin değiştirildiğini izliyoruz.
Bu güç odakları ekseninde; İstanbul Başsavcısı iken Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından Yargıtay Üyesi olarak atanan İrfan Fidan’ın, yapılan atamadan kısa bir süre sonra Anayasa Mahkemesinin Yargıtay kontenjanından atanacak üye seçimi için Yargıtay’da yapılan seçimde 107 Yargıtay üyesinin oyunu aldığı ısmarlama seçimi ve Yargının Yürütme ile olan ilişkisi yönünden Anayasa’da tanımlı hukuk devleti ile yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının ağır bir yara alışını izliyoruz.
Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi adı altında 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanunun 2. maddesinde yapılan değişikliğe serbest avukatlar dahil edilerek, avukatların ihbarcı olmalarının istenişini izliyoruz.
Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi adı altında “Yardım Toplama ve Dernekler Kanunlarında” yapılan değişiklik teklifi ile hoşa gitmeyen dernek ve vakıfların kapatılmalarını ve sivil toplum kuruluşlarına kayyım atanmasını örgütlenme özgürlüğü kısıtlanacak şekilde İçişleri Bakanlığının iki dudağının inisiyatifine bırakılışını izliyoruz.
5235 sayılı “Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun”un 10. maddesi ile kurulmuş olan Sulh Ceza Hakimlikleri vasıtasıyla yargının denetimsiz ve keyfi en gri alanlarından birinin yaratılışını ve Sulh Ceza Hakimliklerinin yargısal sorunlarımızın kangrenleşmesine hizmet edişini izliyoruz.
Savcıların Mahkemelerde tekrar yerini almasıyla birlikte, savcılık makamının işlevsel katkısının, hakim ve savcıların birbirlerine danışarak ve paslaşarak karar verdikleri bir aşamaya dönüşmesini izliyoruz.
Biliyoruz ki; hakimlerini savcılarını liyakata göre atayamayan/seçemeyen bir sistem yargısal faaliyeti esas almaz, adalet dağıtamaz. Kördüğüm olmuş yargı sorunlarının hukuk reformlarıyla çözülebilmesinden çok anlayış değişikliğine ihtiyaç var.
Maalesef ki yargı, yargı eliyle siyasallaştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti “hukuksuzlukların” baş olduğu bir devlet olmamalıdır.
SAYGIDEĞER KAMUOYU;
Avukat, Hakim, Savcı arasındaki mesleki işbirliği esaslı kamu görevi, reform adı altında avukatların aleyhine oluşacak şekilde bir kast sistemine dönüşecek adımlarla sağlamlaştırılmaktadır. ‘Mahkeme Yönetim Sistemi Destek Projesi’ adı altında, adliyelerde hakim ve savcıların odaları avukatlar bakımından ‘girilemeyecek yerler’ olarak ve kırmızı alanlar yaratılmak suretiyle savcılara veya hakimlere erişimleri engellenmektedir.
Hakim/savcıya ulaşamayan vatandaş sorunu, hakim/savcıya ulaşamayan avukatlara dönüşmüştür. Kapısında memur ve mübaşir dikilen ve o görevli istemezse hakim/savcının kapısından avukatın giremediği alanlarla reform düşleyen Adalet Bakanlığı, hakim ve savcıların Bakanı olmadığını, ülkede adaletin sağlanmasından sorumlu bakan olduğunu hatırlamalıdır.
Avukatların yargı teşkilatı içindeki konum ve rollerinin hakimlik ve savcılık mesleğinden evla olduğunu ihmal eden, Avukatlığın kıymetinin düşürüldüğü her adımın öncelikle yargının ve devletin itibarını düşürdüğünü görmeyen ve Avukatını ekonomik/sosyal tahribattan ve mesleki itibar erozyonundan koruyamayan bir yargısal sistem, hakimini de savcısını da koruyamaz.
İş yapmak için adliyeye gelen avukatı kapıda bekleten her hakim savcı hastalıklıdır. Bu işleyişe izin veren ve müdahale etmeyen, önleyemeyen sistem hastalıklıdır.
İşi için adliyeye gelen/gözaltına alınan/şikayete gelen/ifadesi alınan/belge almak/bilgi almak için gelen yurttaşa eziyet eden sistem hastalıklıdır.
Hak ve özgürlüklerden yoksun kılınan yurttaşlarımızın eşitliğe aykırı tabi tutulduklarını düşündükleri ve hissettikleri bir ortamda, bulunduğu sıfat ve ekonomik varlık sebebiyle devletin tüm olanaklarından sınırsızca yararlanan, hukuk kurallarının kendisine işlemediği bir avuç yurttaşın varlığının kamuoyuna yansıdığı izdüşümleri, sahip olduğumuz anayasal değerlere terstir.
Barolar bırakın bir çevre davasında, bir kadın cinayetinde, bir çocuk istismarında, insan hakları ihlallerinde, kendi üyelerinin haklarının ihlal edildiği mağdur edildiği, bir avukatın öldürüldüğü davalarda müdahil bile olamıyorlar. Avukatların mesleki alanını daraltan ve yurttaşlarımızın iliğini sömüren hasar danışmanlık firmalarının suç örgütü haline dönüşmüş, yurttaşlarımıza zarar veren ve Avukatlık Kanununa aykırılıktan dolayı iddianame düzenlenmiş faaliyetlerine ilişkin açılan ve müşteki oldukları davalarda bile müdahil olamıyorlar.
Sorun çözmek mi istiyorsunuz? Hadi gelin mesleğimizin pandemi sürecinde daha da artan ve artık katlanılması imkansız hale gelen sorunlarına ilişkin çözüm önerilerimizi baştan savma yöntemlerle değil, bizzat meslektaşlarımızın sahada yaşadıklarından dersler çıkartarak, zaman yaratarak, avukatlarla tartışarak çözelim.
Paralel Baroları ihdas eden akıldan ve yine Baroların Ekim ayında yapılması geren genel kurullarını erteleyen, YSK eliyle toplantı ve kongre seçen akıl ve bilim dışı uygulamaları ihdas eden akıldan dönmek isterseniz, kazanan sadece ve sadece adalet, hukuk ve ülkemiz olacak.
SAYGIDEĞER KAMUOYU;
Tüm olumsuzluklara karşın hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve demokrasiye olan inancımız devam etmektedir. Ulus olarak bu kavramlardan ve değerlerden başka tutunacağımız dalımız ve bizi koruyacak başka bir güvencemiz yoktur.
Hukuk yoksa devlet yoktur, devletin temeli hukuka dayanmıyorsa devlet yoktur. Çıplak arama iddialarının, cezaevlerindeki insan hakları ihlallerinin yok sayılması ile durumun düzlüğe çıkartılması olanaksızdır. Barış ve kardeşliğin esas alındığı bir dile ihtiyacımız var. Farklılıkların sivriltildiği ve farklı olana hayat hakkının tanınmadığı bir ortama değil, farklı olanın kendisini hukuk içinde ifade edebildiği koşullara ihtiyacımız var.
Hatay Barosu’nun kuruluşunun 77. onur yılını geride bırakıyoruz. Tüm kurum ve kurallarıyla hukukun esas alındığı, hukuka saygının hakim olduğu, yargının taraflı ve bağımlı bir görüntü vermekten uzaklaştığı bir yargı sistemi için çalışmaya devam edeceğiz.
Büyük Önder Atatürk’ün çizdiği yolda, Cumhuriyet’in kazanımlarına, temel değerlerine ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine sahip çıkmaya devam edeceğiz. Bu vesileyle Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz.
Baromuzun kurucularına, Baromuza emeği geçen tüm başkanlarımıza, yöneticilerimize, meslektaşlarımıza ve çalışanlarımıza emeklerinden dolayı teşekkür ediyor, ebediyete intikal edenleri saygı ve rahmetle anıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet birlik ve beraberlik içerisinde yaşayacağı, Atatürk İlke ve İnkılaplarına bağlı, Cumhuriyetin değerleri ve kazanımlarına sahip çıkan, hukukun üstünlüğü mücadelesinde 77 yılın birikimiyle donanmış, toplumun belkemiği avukatların ve halkının yanında, kişi özgürlüğü ve güvenliğinin, adil yargılamanın güvencesi Hatay Barosu, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte sonsuza dek var olacaktır. Sağlık ve saygı dileklerimizle.”