DOĞAYA DÖNÜŞ
Sadece ben değil, tüm gezegen hazırlıksız yakalandık korona salgınına. Bir virüs ki, hepimizi evlerimize hapsetti ve birbirimizle temasımızı kesti. Düşündüm. Neden? Ne oldu da böylesi bir salgınla karşı karşıya kalmıştık? Bilim insanları insanın doğayı tahrip etmesi sonucu olduğunu söylüyor. Bizler yanlış bir şeyler yapmıştık ve tabiatın dengesini bozmuştuk. Bu konu epey kafamı meşgul etmişti. Sevgisizlik, dedim kendi kendime. Evet. Tek sebebi bu olmalı. İnsanın bilinçsizliği ve sevgisizliği doğayı bu hale getirmişti.
Eve kapanma fikri hoşuma gitmemişti. Ne yapmalı? Bu dönemi fırsata çevirebilirim. Şehir yaşamı beni yormuştu. Evde, işte, dernekte… Her yer beton, dört duvar. Ruhumun kasıldığını hissediyordum. Özümle yeniden bağ kurmak istiyordum. Biraz nefes almaya ihtiyacım vardı. Madem sevgisizlik doğayı hasta etmişti. o zaman çözüm belli; doğaya ve sevgiye dönüş…
Kararımı verdim. Ruhumu ancak tabiat sağaltır. Uçsuz bucaksız mavilik, yeşillik, kuşlar, ağaçlar, çiçekler, kelebekler… Düşüncesi bile heyecan verici. Yola çıkmak için en uygun zaman sabah saatleriydi. Yenigünün elinden tuttum ve kendimi bulmak üzere tabiata çevirdim yönümü. Günebakan çiçeği gün ışığına nasıl sığınırsa, öyle…
Hissediyordum. Sıradan bir yolculuk değildi bu. İçime yolculuktu; varoluşumun merkezine..
Yağmurlu bir gün uyarısı yapılmıştı. Göğe çevirdim bakışlarımı; Küme küme bembeyaz bulutlar, cömertçe gülümseyen güneş, sonsuz mavilik… Başımı döndürmüştü. Özel aracımla gidiyordum. Köye uğradım. Ekili tarlamızdan bir şeyler alıp yola oradan devam edecektim. Doğala önem veririm. Her zaman ev yapımı süt ürünleri aldığım bir teyzeye uğradım. Siparişlerimi alıp çıkacaktım köyden. Sevgi dolu teyze hemen bırakmadı beni. Katıklı ekmek, kaytaz böreğini hemencecik demlediği çayla ikram etti. Çayımı keyifle yudumlarken, damlalar serpiştirmeye başladı.
Sevgiye ait olmayan ne varsa geride bırakıp düşmüştüm yola. Beton ve camdan yapılmış kentlerden uzaklaştıkça özüme yakınlaşıyordum. Şehir hayatı bizi hasta etmişti. Doğayla, hatta kendimizle duygusal bağımızı koparmıştı. Gidiyorum işte. Rüzgarın da eşlik ettiği yağmur, özlenen bir sevgili misali buluşmuştu toprakla.
İçimin deltasında bir şeyler yeniden can buluyordu. Yol boyu yağan yağmur sayesinde yavaş gitmiştim. Tabiat şimdiden beni onarmaya başlamıştı bile; “YAVAŞLA” demişti. Camı hafif araladım. Tabiatın sesini sevgiyle dinliyordum. “Usul usul git. Etrafına bak, beni gör. Ben her yerdeyim; ağaç, çiçek, gök, yağmur, rüzgar, güneş, kuşum ben. Sana bağırmam, sana kızmam, seni incitmem, seni yaralamam. Seni reddetmem. Aradığın şefkat, merhamet, ilaç bende. Ben tabiatım. Bana sevgiyle bakarsan, sevgi bulursun.” İrkilmiştim. İlk kez duyuyordum bu sesi. İlk kez dinliyordum.
Hala yağmur yağıyordu. İçim sımsıcaktı yine de. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle el sallıyordum yeni BEN’e. İçimdeki çocuğu, denizin, sonsuz maviliğin şefkatli kollarına emanet ettim.
Edip Nurlu