Hatay Ayağa Kalkıyor Platformu ilk eylemini gerçekleştirdi: Hatay ‘a karşı deprem anında ve sonrasında kasta varan ihmaller ve kusurlar sergilendi!
Hatay Ayağa Kalkıyor Platformu gerçekleştirdiği ilk eyleminde, Deprem ve Deprem sonrasında yaşanan ihmaller dile getirdi.
Habib-i Neccar Camisi önünde toplanan Platform üyeleri, Kemalpaşa caddesi üzerinden Meclis Kültür Merkezine kadar yürüdü.
Burada yapılan Basın açıklamasını okuyan Platform sözcüsü Ayhan Kara, yaşananları şöyle dile getirdi:
“6 ve 20 Şubat tarihlerinde Hatay dahil 10 ilde meydana gelen depremler, on binlerce insanın hayatını kaybetmesine, binlerce insanın da engelli kalmasına neden oldu. Halkın her kesimi için onulmaz fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, olağan hayatı ve insani faaliyetleri büyük ölçüde kesintiye uğratan ve hatta durmasına yol açan bu yıkım içerisinde bizler; artık ‘var olmayan kentlerimizin’ kalıntıları arasında, depremi yaşayan diğer şehirlerden çok daha ağır ve katlanılması zor koşullar içinde; -çözümü yıllara yayılacak ya da çözümsüz bırakılacak- birçok problemle baş başa kaldık!
Yaşanan doğa olayını afete dönüştüren kusur ve ihmaller, krizi yönetmekteki yetersizlik ve eksiklikler, merkezi ve yerel idarelerin deprem sırasında ve sonrasında gerçekleştirdikleri eylem ve işlemlerdeki hukuksuzluk, programsızlık ve yurttaş olarak bizleri süreçlere katmak bir yana, bilgilenme hakkımızı bile tanımayan, yok sayan anlayışı; içinde bulunduğumuz koşulları giderek ağırlaştıran, çözüm konusunda umutsuzluk ve yılgınlık yaratan, toplumsal stres ve yaşamsal travmaları altından kalkılamaz boyuta getiren bir sonuç doğurmuş bulunuyor!
Oysa biliyoruz ki; ulusal ve uluslararası hukuka göre “afet yönetiminin” tüm boyutlarında, kamu gücünü kullanan merkezi ve yerel idare birimleriyle devlet, temel sorumlu olarak, görevini eksiksiz şekilde yerine getirmekle yükümlüdür! Bu yükümlülükler gereği; deprem başta olmak üzere, her türlü afet öncesi süreçte bölgenin özelliklerinin gerekli kıldığı her türlü “önleme ve zarar azaltma ile hazırlık aşamalarını” eksiksiz şekilde gerçekleştirmiş olmalıdır!
Deprem sonrasında ise “müdahale ve iyileştirme” adı altında sıralanan pozitif yükümlülükleri; uygun araç, yöntem ve uzman kadrolarla, etkin bir koordinasyon içinde -ilgili yerin risk durumu ışığında, yeni deprem ya da artçıların olması ihtimali ve bunların olası etkilerine ilişkin önleyici tedbirleri de alarak- gerçekleştirmeli; arama, kurtarma, ihtiyaç ve hasar değerlendirmesi dahil, afetten etkilenen alanların rehabilitasyonunu, asbest dahil tehlikeli atıkların, çevre ve halk sağlığını koruyacak şekilde, bilime, tekniğe ve mevzuata uygun yöntemlerle bertaraf edilmesini, enkaz kaldırma, salgın hastalıkların önlenmesi, öznelerin rehabilitasyonu ve yeniden inşayı sağlayacak, bütünsel bir program içinde ivedelikle yerine getirmelidir!
Bizler, yaşadığımız deprem sürecinde, merkezi ve yerel idarenin, anayasa, yasalar ve uluslararası hukuktan kaynaklı görevlerini yerine getirme anlamında, gerekli ve yeterli bir istek, bir özen göstermediğini, gerekli koordinasyonu oluşturmadığını gözlemliyoruz ve bunların ağır sonuçlarını acı içinde yaşıyoruz!
Merkezi ve yerel idare, deprem ve ardından ortaya çıkan sorunların çözümünü “hızlı bir şekilde enkaz kaldırma ve yeniden inşa etme” olarak görüyor. Bu anlayışla şehrimiz, hukuksal mevzuat ve afet yönetiminin gerektirdiği koşullar ve program oluşturulmadan, acele ve keyfi bir şekilde inşaat firmalarına teslim edilmiş bulunuyor. Hemen her sokağı, bir yıkım çalışması ya da yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılarla dolu Antakya, Samandağ, İskenderun, Arsuz, Kırıkhan, enkaz ve yıkımlardan yükselen toz bulutlarıyla kaplanmış; her tarla, her bahçe, her okul dibi , konut ve çadır alanları, dere yatakları, orman arazileri, zeytinlikler, seralar, tarım arazileri ve su varlıklarına çok yakın bölgeler, moloz döküm alanı haline getirilmiş, çok yoğun bir atık kirlenmesi ve ekolojik yıkım ortamı yaratılmış bulunuyor.
Yerleşim alanlarında, depremden zarar gören binaların yıkımı asbestli malzemenin sökümü yapılmadan gerçekleşiyor! İş makineleri bu malzemelerin mikron boyutuna kadar kırılmasına yol açıyor! Enkaz kaldırmalarda sulama işlemi yapılmıyor! Moloz ve yıkıntılar kamyonlarla herhangi bir baranda ile kapatılmadan açık şekilde taşınıyor! Yıkıntı atıkları ayrıştırılmadan, asbestli malzemeler gömülmeden depolanıyor! Asbest lifleri, civa, silika gibi tehlikeli bir çok kimyasal, rüzgârın da, yağmur ve sellerin yardımıyla çok büyük bir alana kontrolsüzce yayılıyor ve burada yaşayan herkes bu toza maruz kalıyor! Enkaz alanlarında vatandaşları uzak tutacak herhangi bir görevli ya da uyarı levhası dahi bulunmuyor!
Bu şekilde gerçekleştirilen enkaz kaldırma, atıkların taşınması, geçici depolama sahalarında ayrıştırma ve atıkların bertarafı süreçleri, halk sağlığı için, dengeli sürdürülebilir, sağlıklı bir çevre için çok büyük, kuşaklar boyu etkili ve kalıcı bir tehlike oluşturuyor; Bu durum aynı zamanda her birimizin yaşam hakkı, sağlıklı çevre, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme, beslenme ve güvenli gıdaya erişim, tarımın ve tarım faaliyetlerinde çalışanların korunması başta olmak üzere, temel haklarımızı ihlal eden, anayasa ve ilgili mevzuata tümüyle aykırı uygulama niteliği taşıyor!
Tehlikenin büyüklüğüne ve ciddiyetine karşın, “kesin olarak kanserojen” niteliğinde olan ve akciğer zarı kanseri dahil birçok akut hastalığa yol açabilen asbestin; TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesinin ilimizde 2-3 Eylül 2023 tarihinde gerçekleştirdiği ve değişik alanlardan alınan 45 enkaz numunesinin 16’sında asbest tespit edildiğini ortaya koyan raporu örneğinde olduğu gibi, toprak yüzeyine, bitkilere ve yaşam alanlarına bulaştığını, geniş bir alanda yayıldığını, rüzgar ve diğer unsurlarla taşındığını kanıtlayan bilimsel analiz ve bulgulara karşın; “Aralık ayına kadar tüm enkazlar kaldırılacak” diyerek, hızlı davranmayı başarı gösterme çabası içinde olan yetkililer, içinde kaldığımız asbest ve civa, silika gibi zehirli kimyasal atıkların oluşturduğu tehlikeyi, meslek odalarının bu konudaki uyarılarını görmezden geliyor ya da bunları inkar ediyor!
Nitekim, dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı, “Çalışma Bakanlığı ile birlikte yaptıkları çalışmalarda havada asbest bulunmadığını tespit ettikleri” ve “deprem bölgesinde asbest konusunda çok dikkatli çalıştıkları”, “asbest içeren katı maddelerle ilgili gerekli tedbirlerin alınmasının yüklenici firmaların sorumluluğuna verilmiş olduğu” yönünde açıklamalarda bulunuyor.
Ancak, bu firmaların bölgede ne gibi tedbirler aldıkları, enkaz kaldırma, taşıma, ayıklama ve depolama işlemlerinin ilgili kanun ve yönetmeliklere uygun gerçekleştirilmesini sağlamak için idarenin ne gibi önleyici müdahalelerde bulunduğu, moloz içinde asbest ve kimyasal madde analiz ve tespitlerinin ne olduğuna ilişkin, halka ve kamuoyuna herhangi bir açıklama yapılmıyor!
Oysa, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın “Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Raporu”, bakanlık yetkililerinin ve Hatay Valiliğinin 15 Temmuz tarihli “asbestin mevzuat standartlarının altında olduğu” yönündeki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını, hava kirliliğinin Hatay’da öncelikli çevre sorunları arasında yer aldığını, bazı günlerde kirlilik değerinin Dünya Sağlık Örgütü’nün izin verdiği referans değerin 10-20 katına kadar çıktığını ortaya koyuyor! Toprak ve su için ise, herhangi bir kontrol ve sistematik ölçüm yapılıp yapılmadığı, kurumsal bir izlemin olup olmadığı konusunda, kamuoyuna yansıyan bir bilgi bulunmuyor.
Biz Hatay Halkı, böylesine ciddi ve yaşamsal halk sağlığı sorunu, atık kirlenmesi ve ekolojik yıkım koşullar içerisinde; toplumsal ve kişisel güvenliğin sağlanması, Hatay iklimine uygun ve alt yapısı oluşturulmuş barınma ve konut sorunu, artan kiralar, suya erişim, hijyen, sağlık hizmetlerine erişim, ilk derece sağlık hizmetlerinin dahi koşullarının oluşturulmaması, yeterli doktor ve personel sorunu, eğitimin sürdürülebilirliği, okulların güvenliği, öğretmenlerin barınma sorunu, konteynır koşullarının yarattığı sorunlar, esnaf, sanayi ve ticaret alanlarında var olan yapısal, işlevsel, mali sorunlar, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği, güvenli ulaşım, geri dönüşlerin sağlıklı ve güvenli sağlanması ve özellikle, Hatay ‘a karşı deprem anında ve sonrasında sergilenen kasta varan ihmaller ve kusurlarla, “kaderine terk edilmiş olma” durumunun halkta yaratmış olduğu güven kaybı gibi, çok önemli yaşamsal sorunlarla kuşatılmış durumdayız!
Biz, dil, din, renk, etnik farklılıklarımızla bir ve bütün olduğumuz kendi şehrimizde; geçmişinin ortak hafızasını birlikte taşıdığımız, bugünün acısını dayanışarak, birbirimize derman olmaya çalışarak paylaştığımız, geleceğini birlikte daha güçlü şekilde kuracağımıza inandığımız Hatay’da, Antakya’ya da, havası, suyu, toprağıyla sağlıklı koşullarda yaşamak, çok dilli dualarımızla yas tutmak, unutmak, hatırlamak, iyileşmek, üretmek, paylaşmak, gülmek, ağlamak, yaşamı yeniden var etmek istiyoruz!
Bu amaçla:
-Merkezi ve yerel idareyi tüm bu sorunlara ilişkin, etkin, kalıcı ve bütünsel çözümleri derhal oluşturmaya;
– Yetkili ve sorumlu birimlerin, enkaz kaldırma, yıkım, ayıklama, taşıma, döküm ve depolama işlemlerinde anayasal ve yasal sorumluluklarının gereğini derhal yerine getirmeye, kanun ve yönetmeliklere uygun davranmaya, halkın sağlığını koruyacak önlemleri almaya; çevre koruma, hava, toprak, su kirliliğini önleme planları yapmaya ve etkili uygulamaya çağırıyoruz!
-Bu konularla ilgili, yurttaşlar olarak doğru bilgilendirilme yapılmasını ve sürecin şeffaf yürütülmesini istiyoruz!
-Sit alanından kepçe ve kamyonlarla kaldırılan kültürel molozun, bu halkın yüzyıllardır üst üste koyduğu birikimi, el emeği, göz nuru, geçmişi ve geleceği olduğu unutulmadan, ait olduğu yere geri dönmesinin sağlanmasını istiyoruz! Kültürümüzün yerine dönmesi, bizim şehrimize geri dönüşümüzü ve onu yeniden ayağa kaldırmamızı sağlayacak en güçlü bağımızdır. Bu bağın korunmasını istiyoruz!
Bizler, insan merkezli bir temelde, ekonomik, ticari, mali- finans, sağlık, ulaşım, tarım, çevre, mimari ve hukuksal olarak eksiksiz örgütlenmiş; tarihsel, sosyal, kültürel, demografik boyut ve özellikleri korunmuş olarak şehrimizi, yeniden, birlikte ayağa kaldıracağız!
ilgili ve yetkili olan tüm kamu kurum ve kuruluşlarına, üniversite ve bilim insanlarına, insan hakları, doğa ve çevre savunucularına, meslek odalarına, basın ve medyaya sesleniyor ve göreve davet ediyoruz! “