SİYASET, İSTİHBARAT VE TERÖR
- 18.02.2021
- SİYASET, İSTİHBARAT VE TERÖR için yorumlar kapalı
- 439 kez okundu
Kahrolası terör yine can yaktı. Onlarca vatan evladı şehit düştü. Acı, yürekleri dağladı. Tüm Türkiye yasa boğuldu.
Bunlar, klasikleşen acı gerçekler. Ancak bu son terör olayı sanki bugüne kadar şahit olduklarımızın hiçbirine benzemiyor. Çok daha farklı!
Neden derseniz, tereddütsüz hain terörü sonuna kadar lanetliyoruz. Ancak şu var ki, terörü lanetlememiz, yaşananları gözden geçirmemize engel olmamalı.
Bir yerlerde yanlış yaptık? sorusunu sormak ve öz eleştiri yapmak hepimizin görevi.
Basına yansıdığı kadarıyla terör örgütü PKK’nın elinde rehin bulunan asker, polis ve istihbaratçılardan oluşan güvenlik güçlerimiz 2015-16 yıllarında sözüm ona çözüm sürecinin gölgesinde rehin alınmışlar.
Hem de ülkemizin göbeğinde Diyarbakır’da, Siirt’te, Erzincan’da, Tunceli’de. Burada çözüm sürecini sorgulayacak değiliz, ancak tarihi bir anekdotu hatırlatmakta yarar var.
DEVLETE GÜVEN ZEDELENMEMELİ
Geçtiğimiz yıllarda (2011) işgalci İsrail’in bir askeri Filistinli direniş grubu HAMAS tarafından esir alınmıştı. Beş yıl rehin tutulan işgalci İsrail askeri Gilad Şalit’e karşılık 1027 Filistinli mahkûm salıverildi.
Baba Şalid : “Bin 935 uzun gece ve gündüzün ardından bugün bizim için önemli bir gün. Oğlumuz Gilad evine dönecek. Başbakan Netanyahu’yu cesaretinden dolayı kutluyorum” demişti.
Başbakan Netanyahu da bu kadar kişinin serbest bırakılmasına tepki gösteren İsrail halkına mealen şöyle bir açıklama yapmıştı: “Biz de gençliğimizde MOSSAD hesabına çalışmalar yaptık, operasyonlara katıldık. Tüm bu operasyonlarda arkamızda güçlü bir devlet hissediyorduk. Başımıza bir şey gelirse devletimiz bizi hemen kurtarır inancıyla operasyonlara rahat gidiyorduk. Bugün bu askeri taviz vererek kurtarmazsak yarın İsrail lehine çalışacak adam bulamayız, askerlerimiz güvende olmaz” demişti.
Bu güven bizim askerlerimizde var mıydı ya da bugünden sonra olur mu? Durum gerçekten vahim. Altı yıldır esaret altında rehin tutulan güvenlik güçlerimizin neredeyse esamesi bile okunmadı.
Soru önergelerine cevap verilmedi, konuyu gündemde tutmaya çalışanlar terörist olmakla itham edildi.
Kamuoyunun hiç haberi bile olmadı desek yeridir. Ancak şehit edildiklerinde durumlarından haberdar olduk. Çok cılız seslerle tepkiler verildi ama yeterli derecede sahip çıkılmadı.
Hatta son iki yıldır Diyarbakır’da HDP önünde oturma eylemi yapan bazı annelerin çocuklarının da güvenlik kuvvetleri olduğu saklandı.
Bugün belki de yılların ihmalinin sonucunu yaşıyoruz. Askerlerimiz orada esirken dikkatli operasyon yapılmalıydı.
Uçaklarımızın bombalaması sonucu şehit oldukları iddialarının ne derece doğru olduğunu bilmiyoruz.
Bu iddialar doğruysa bile, bilmeden ve savaş esnasında yaşanan hadiselerde olabilecek bir durumdan dolayı ülkemizi suçlamak yersizdir.
İddialar doğru olsa bile katil, cani teröristlerin vahşetinin bir boyutudur. Ellerindeki rehineleri bir kalkan olarak kullanmışlardır.
Halen olayın perde arkasını tam olarak bilmiyoruz. Gerçekten 13 kişi miydi yoksa başkaları da var mı? Umarız başka rehin askerlerimiz yoktur.
SİYASETTE VE İSTİHBARAT CİDDİYET
Bu arada Sayın Milli Savunma Bakanı Paşa’mızın da artık iyi bir politikacı olduğunu öğrendik. Olayı soğukkanlılıkla “13 vatandaşımızın naaşına ulaşıldı” şeklinde ifade ederek olayı hafifletmeye yönelik açıklama yaptı.
Sonradan anlaşıldı ki hepsi de zıpkın gibi iyi yetişmiş genç, asker, polis, komando ve istihbarat elemanları olarak seçilmiş kişilerden oluşuyordu.
Ve tabi söylenenler doğruysa, tutsak polislerden birisinin KHK ile ihraç edildiği ne acı, bunu düzenleyenlerin hiç mi haberi yoktu?
Anlaşılan bu polis görevinin başında sanılıyordu, ihraç edildi. Kayıp listesinde bile değildi.
Tüm bunlardan sonra son söz; “En çok bağıran en çok suçludur”. Bu konuda terörist başını bin parçaya böleceğini söyleyenler acaba suçluluk psikolojisiyle böyle saldırgan davranıyor olabilirler mi? Bakanlık slogan atma yeri değil, icraat yeridir.
Ayrıca şehitlerin cenaze namazlarının kılındığı gün, pandemiye rağmen, kapalı spor salonlarını doldurarak, salonlar doldu-taştı diye sevinçle, gürültü-patırtıyla “Pandemiye rağmen salonları doldurdunuz” diyerek kutlama yapmak, kongre yapmak hangi vicdana sığar! Hiç kimse de bu kongreleri birkaç gün de olsa erteleyelim diye uyarmadı mı?
Rahmetli Erbakan’ın zamanın Milletvekili Fethullah Erbaş’ı gönderip rehin askerleri kurtardığından hiç mi ders almadılar? Hiç mi tek bir canın dünyaya bedel olduğunu düşünmediler.
Rabbim şehitlerimize rahmet, acılı ailelerine sabır, yöneticilerimize basiret, milletimize de metanet versin.
Doç. Dr. Necmettin Çalışkan
- FİLİSTİN’DEKİ SESSİZ ÇIĞLIK ve MÜSLÜMANLARIN SUSKUNLUĞU - 25 Şubat 2024
- ÖNGÖRÜSÜZLÜK, BAHANELER VE GELECEK KAYGISI - 4 Ocak 2024
- BİR DAVA ADAMI OLARAK HASAN BİTMEZ - 29 Aralık 2023
- FİLİSTİN DAVASININ SİMGESİ, HASAN BİTMEZ! - 21 Aralık 2023
- MASUMLARI KATLEDEN, İSRAİL ZULMÜNE DUR DEME ZAMANI - 13 Ekim 2023
- MEVLİD-İ NEBEVİ’Yİ İDRAK EDEBİLMEK! - 29 Eylül 2023
- MİLLİ MAÇ ÜZERİNDEN LGBT PROPAGANDASI - 8 Eylül 2023
- DEPREM BÖLGESİNDEKİ BELİRSİZLİKLER - 25 Ağustos 2023
- KUR’AN YAKMA PROVOKASYONU - 17 Ağustos 2023
- DOĞRULARI DİLE GETİRMEK, MARJİNAL GRUP SAYILMAYA SEBEP! - 10 Ağustos 2023